Tasavvuf inanışının ve tekke kültürünün kaynaklarını İrandan ve Arap edebiyatının remizlerinden, Türk kültür ve geleneklerinden alan Tekke ve Tasavvuf edebiyatımız; İslamiyetin kabulü ile birlikte Türk boylarına İslami akaid ve farzları öğretmek amacıyla yazılan İlk İslami dönem eserleriyle bir başlangıç ve yeni öğreti kazanarak Ahmet Yesevi, Hacı Bayram-ı Velî, Kalenderilik, Kadirilik, Mevlevilik gibi bir çok tarikat kolu ve dini düşün erdemine ermiştir. Bu vakte kadar adı geçen tüm tarikatlerde hacelik, müritlik, dervişlik, şakirtlik kendi bünyesinde ve tarikat büyüğünün düsturunda ilerlemiş hem ahlaki hem sosyal muhite Türk-İslam inancının birer parlayan yıldızı ve kurtuluş yolu olarak tarih sayfasında yerini almıştır. Hem devletin hem milletin zor zamanlarında yetişerek birlik ve bütünlüğü sağlamış hem de İslamın öğretilerini güzel ve edepli bir biçimde yerleşmesini yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bu tasavvuıf ehli şiirler, naatler, münacaatlar ve adını saymakla bitiremediğim türlerde ürünler ortaya koymuş Yunuslar, Veliler, Bektaşiler yetiştirerek toplumun bilgi hazinesine islamın en güzel nakışlarını işlemişlerdir. Civarımızdaki tekkelerin dedelerin yatır ve türbelerin hepsinin İslami-Tasavvuf düsturunda olduğunu söylemeye hacet yoktur. Lakin İslamiyetin kabulünden evvel Türklerin mistik ve sofiyane inanışları gerek Gök-Tanrı inancında gerekse Budizmin öğretileri ile pekiştirilmiş bugün bile etkisini az da olsa gördüğümüz bir etki yaratmıştır. Bu yazımda Türklerin Budizim kaynaklı eserlerinden olan Aç Pars adlı hikayeden hareketle Budizmin öğretilerinin evrensel bir sofilikten İslami sofiliğe geçişini edebi metinler üzerinden tetkik edeceğim…
Uygurlar tarihte Göktürk inanışını bırakarak din değiştiren Türk kavimlerindendir. Bulunduğu coğrafya itibariyle Çin ve Hindistana yakınlığı çevrelerindeki milletlerden kültür alışverişinde bulunması bakımından önem arz ederler. Dini metinlerin büyük bir çoğunu Budist rahiplerin hayat hikayeleri ve kıssalarından çeviriler oluşturur. Bununla beraber Uygur Türkçesi döneminde bir çok Çince, Brahmice, Soğdça kelimeler Türkçeye geçmiş ve hali hazırda Oğuzların diline dek yansımıştır. Bu kelimelerin bir çoğu Türkçe eklerle Türkçeleştirilmeye çalışılmış ancak köken bakımından Türkçe karşılıkları kullanılmamıştır.
Budist rahiplerin hayat hikayelerini ve nirvanaya ulaşma temini işlemiş olduğu eserlerden bir metin de ŞEHZADE İLE AÇ PARS (Şehzade ile Aç Kaplan) hikayesidir. Hikayenin ana teması hayvanlara eziyet etmemek ve gerekirse tüm canlıların iyiliği için öz canından vazgeçerek iyiyi ve ululuğu bulmaktır. Maharadi adlı bir hükümdarın 3 oğluyla birlikte ormanda gezintiye çıktıktan sonra yeni doğum yapmış olan bir kaplanı görürler. Hepsi ona merhamet ederler ve aralarından en küçük olan şehzade Mahasatwi kendini kaplana yem ederek nirvanaya ulaşır. Eserin sonunda Budanın ağzından öğüt verilir.
Genel olarak eser hakkındaki izlenimlerin islami dönemdeki anlayışla beraber ortak bir tasavvufi geleneğe işaret ettiğini görmekteyiz. Hayvanların canlıların korunması onların yüce Allahın bize birer emaneti oluşu ayrıca Kur’anın Mâide Suresi 32. ayetinde buyurulduğu gibi “Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur” ayetinden hareketle bir takım ortak tasavvuf hikmetlerinin görüldüğü açıktır. Ki Mevlana’nın şu sözleri Mahasatwi Tigin’in yüceliğe ve erdeme ulaşmadaki düsturu ile paraleldir:
“İnsaf et, aşk güzel bir iştir!
Onun bozulması, güzelliğini kaybetmesi, (insanlardaki) tabiatın kötü niyetli oluşundandır.
Sen, kendi şehvetine ve arzularına aşk adını takmışsın;
Halbuki şehvetten kurtulup aşka ulaşabilmek için yol çok uzundur.”
Mahasatwi Tigin ise hikayede kendi özüne şöyle seslenmektedir:
Kim men ilksizdin berü bu yıdıg sarsıg kanlıg yirinlig
sewgüsüz taplagusuz yarsınçıg et’özke inçip ınandım
( Öyle ki ben ezelden beri bu pis kokulu kan ve irin dolu sevgi nedir bilmeyen ve istenilmeyen tasvip edilmeyen vücuduma yıllar yılı inandım)
İşte milk-i bekadan suretine can üflenen insan oğlunun dünyada kendini nasıl kirlettiği ve nefsinin arzularına nasıl temayül ederek bed-baht ve bir o kadar da günahkar oluşunu kendi özünden anlatması. Mevlananın şehvet ve arzularını aşk bildiğini unut ! Bu bir aldanıştır demesiyle; bu günahkar ve sefil vücuduma yıllar yılı hep aldandım ve inandım diyen Mahasatwi prensin iç söylemi aynı serzeniştir. Ve eserin düz yazı kısmında ise Mahasatwi ağabeylerine şöyle demektedir:
“Kaltı bu menin et’özüm yüz min ajunlartın berü yoksuz asıgsız neçe neçe yirüdi artatı. Nen yme edligsiz bolup, ne erser, asıgka tusuka kirmedi. Neçükin bukünki künte munı teg kergeklig işletgülük yunlaguluk orun tapıp, bu irinç yarlıg aç barska negülük umug ınag bolmaz men!”
(Kaldı ki bu benim varlığım yüz bin dünya aleminden beri faydasız ve zavallı idi bu hal ile nice nice çürüdü ve bozuldu. Yine de iyiliksizlik yüzünden ne yaptıysada bir faydalı işe girişemedi. Öylece bugün dahi bunun gibi faydalı bir iş yapmalıyım ki bir yer edinmeliyim ki bu sefil hayatımı (aç kaplana hediye ederek) neden bir canlı için feda etmeyeyim ?)
Mahasatwi prens nirvanaya ve üstün bilgiye ulaşmayı canından geçerek ve yedi yavrusunu yemek üzere olan bitkin bir kaplana canını hediye ederek sağlayacağını söylemektedir. İşte bu ortak evrensel sofi düşününden hareketle bir takım ortak noktaların olabileceğini ve bunların metinler incelendiğinde daha nicelerinin ortaya çıkabileceğini kanıtlamaya çalıştım. İlerleyen yazılarımda elimden geldiğimce bu konu üzerine çalışmalar yapacağım.
Kaynakça:
1-Eski Türkçenin Grameri, Syf.243
2- Mevlana, Mesnevi
3- Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Prof.Dr. Mine Mengi