Gaipten gelen seslere ilham olan şey midir ? Şiir nedir ?
İçsel sesleniştir; serzeniştir. Bohem aleminde çabalayan bir mevki-daş bize seslenir: “Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.” ve ardılı gelir; sonra bir el uzanır şiir dünyanız baştan sona yenilenir. Böyle olmalı mı şiir ? Yoksa Orhan Veli gibi “sokaktaki adam” ikonunu mu canlandırmanız gerekir şiirde. Can vermek mi gerekir servi boylu güzellere tabi ki hayır. Şiir sizin kaleminize değmiş olan tüm duygu donanımı ve gelenek içindeki sisli yolculukta parlayan bir çakıl taşı. Artık eski söylemler kalmadı. Yani şiire bütünü veren anlatı temi leitmotivi kanun ve nizam tanımıyor. Özellikle toplumsal kabul ve küreselleşen dünyada “Tutunamayan” roman alemi dururken, şiirin hangi dala tutunmasını beklersiniz ?
Darbı meseller artık kabul olunmaz bir öğüt reçetesi. Yani hükmü değilde ânı hikmet ediyor şiir. Efkarlı dağlarda duman içre bir çoban gibi yabanıl şiirleri “İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar” diyerek artık topluma kabul ettiremezsiniz. Beyoğlu’nda raks eden kadınların topuk seslerinden ıraktır edebiyat ve şiir…
Birey dediniz mi işte orada duracaksınız. Bireye kim dur diyebilir ? Hümanist çağda? Yoksulla varsılı kim ele alabilir? Ne yoksul şikayet eder kırsalın acımasızlığından ne de kent varsılı alafranga tiptir artık. Şiirde sitem yok oldu. 80 sonrası edebiyat dağınık bir bulut gibi kimin üzerine yağmuru yağdıracağı belirsiz ve belgisiz… Ama şurası da bir gerçek ki öz değerleri anlatan şiir hafızalarda kalın mürekkepli ağır puntoludur. Artık kasıtlı anlaşılmazlık şiire yakışmıyor. Çünkü getto edebiyatı yeterince etkin bir biçem ile tasavvurunu ortaya koyarak anlaşılmazlığın zincirlerini sanatsız bir şekilde yok etti. Evvelce zaman kavramı sınırsız bir çıkrık gibiydi. Yani bayramlar, düğünler, geziler, seferler şiire geniş geniş yer bulan başlıca temlerdi. Şimdi iki üç günlük hatta ve hatta saatlik merasimler oldu. Yani anlatılacak bir değeri kalmadı.
Şimdi merak ediyorum önümüzdeki yüzyıllar içerisinde anlatıları yok eden bu şiir dünyası ne söyleyecek ? Çarkları kırılmış bir değirmen gibi hızlı daha hızlı tüketim üzere kurulu dil ve düşün ayinemizi çok çetrefilli bir süreç bekliyor. Gemisiz kalan ve rıhtımda denizi yudumlamak ile uğraşan şairler zümremiz şiiri bekleyen dizeleri mi yoksa yelkovan-vari dönen yoksunluğu mu işleyecek ? Değerler kompozisyonunda örtük sancılı kağıtlar uçuşuyor. Son demleri artık. Bir küçük çocuğun oyun dünyasındaki perdeleri kadar sınırsız ve uçsuz boşluğun kümeleri. Nerede bu şiir ? “Laleliden dünyaya doğru” gider mi yeniden ? Yoksa ” Hamdım piştim yandım” der mi yeniden ? Kimi kimsesi yok mu yoksa ? “Sizin hiç babanız öldü mü?” diyecek birisi çıkmaz mı ? veya “Sol yanım acıyor” diyebilecek duygu yüklü şiir parçacıkları hangi gezegene kaçtı ? “Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca” – ” Güzel aşık cevrimizi çekemezsin demedim mi ?” diyecek çobanıl, ozanıl ve toprak kokan şiir neden gözükmüyor ? Yoksa gizlenmiş bir köşesinde bizi mi seyrediyor ? “Ağlasam sesimi duyar mısınız ?” Olmadı değil mi ? Çünkü şiir ağlanacak yer değil artık… Veya tabulardan bahseden kibarlar şiiri “Sen ki bu milletin yüce elektirikçisi” olacaksın diyen Tevfik Fikret ? Mitolojiden dem vuracak Fikretler neredeler ? Yani şiir telakkimiz sadece “seviyorum” fiilinden ve aşeka kökünden türeyen “AŞK” ism-i azamından mı ibaret ? Ne yani “Üşüyorsan ceketimi al” diyecek bir delikanlı yok mu artık ? İki saat sonra söz verip sözünde durmayan kadim dostumuz şiir… Bu amaçsız ve anlamsız dünyada sen de tüketim unsuru olan bir metâ oldun. Korkuna çare yok! Emin ol bir son bulursun. Belki tek dizelik özge şiir çıkar kim bilir ? Velhasıl yazımın sonuna şu güzel dizeleri dokundurmak istiyorum kıymetli okuyucularımın gözlerine:
Trilobit
dünyalar ve yıldızlar
en küçük şey
acıkan dilimi uzatıp
hepsini birer birer yaladım
ve yuttum
biraz serinlemiş gibiyim
50.000.000 sene evvel
ılık bir denizde bir trilobitken
duydum melâli
zaman nedir unutarak
açıp ağzımı
bütün denizleri içtim
ve kendim kaybolup
deniz oldum
sonsuz deniz oldum
Asaf Halet Çelebi…